Vilnius’tan Bir Anı
Yıl 2009.
Hayatımda yaptığım en iyi şeylerden birini yapmış Erasmus ile Litvanya’nın Vilnius şehrine gitmiştim. Şuanki Öznur olmamdaki katkısını başka bir yazımda anlatırım. Ben bu yazımda sizlere 1 Nisan 2009 yılında yaşadığım bir anıyı anlatmak istiyorum.
Günlerden 1 Nisan 2009. Nisan ayının ilk günü, hava güneşli ama soğuk. Her ne kadar 1 Nisan Dünya Şaka Günü olarak akla gelen ilk tarih olsa da o gün aynı zamanda Vilnius içinde bulunan özerk bölge Uzupis Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan ettiği gün. Duyduk ki pazar kurulacakmış, müzik, dans ve daha birçok etkinlik olacakmış. Bir Erasmus öğrencisi için harika bir gün! 1 Alman ve 1 Polon arkadaşımla hazırlanıp Uzupis’e gitmeye karar verdik.
Vilnius çok güneşli bir şehir değil ama o gün hava nasıl güzel nasıl ışıl ışıl. Keyfimiz pek yerinde. Uzupis, bağımsızlığını kutlamak için hazırlanmış. Küçük küçük tezgahlar kurulmuş, geleneksel Litvan müziği yankılanıyor sokaklardan, kalabalık ve pek keyifli insanlar. Biz de öyle tabii.
Biraz yürüdük, dolaştık ve köprüden karşıya geçtik. Sonra…
Sonrası felaket! Ne olduğunu anlamadan zincirini koparmış bir köpeği üzerimde buldum! Her şey bir anda oldu. Köpek nereden çıktı da geldi ve neden üzerime atladı bilmiyorum. Hiçbir şey yapmadım, yürüyorduk hep birlikte.
Kendimi köpekten kurtarmaya çalışsam da bir türlü olmuyordu. Defalarca yere düştükten sonra artık gücüm kalmadı ve bu köpek beni öldürecek en iyisi bırakayım ne yapacaksa yapsın dedim ve o anda yaşadığım şokla hiç bir şey yapamadan kaldım yerde. O sırada arkadaşlarım, etraftaki insanlar çığlık çığlığa. Müthiş bir panik. Köpeğe taş atıyorlar falan ama nafile. Bacağımda müthiş bir acı hissediyorum ama bakmaya korkuyorum. O zamanda modaydı ayağımda ugg botlar var ya onlardan vardı. Köpek üstümü parçalayınca bu seferde botu ısırmaya çalıştı. O sırada ben ayağımdan çıkardım botu. O botlar yumuşak ya, onla oynamaya başlayınca ayağa kalktım ve koştum.
Sonrasını hatırlamıyorum, bayılmışım.
Ambulans ve polis çağırmışlar. Ben gözümü açtığımda hastanedeydik. Arkadaşlarım başımda, nasıl ağlıyorlar. Kıyafetlerim falan parçalanmış. Kolumda ve bacağımda derin iki ısırık varmış. Bir de tabii köpek beni baya hırpaladığı için vücudumda morluklar.
Yaralarım temizlendi, pansumanı yapıldı ve beni bir yere oturttular. Ben hala şoktayım bu arada. Sonra İngilizce bilmeyen doktor asistan doktordan söylediklerini bana çevirmesini istedi. Arkadaşlarımda yanımda oturuyor. Sonra asistan doktor aynen şöyle dedi: “Her gün gidip köpek yaşıyor mu diye bakman lazım. Eğer köpek ölürse, sen de ölürsün”.
İnanın aynen böyle söyledi. Ben nasıl şoka girdiysem tepki falan vermiyorum hala ama baktım Alman arkadaşım doktora bağırmaya başladı. Bir de Bettina bu zamana kadar tanıdığım en sakin insanlardan biri.
Ambulans beni yabancı olduğum için şehir merkezinin dışında bulunan ve yabancı kişilerin getirildiği hastaneye getirmiş. Nasıl soğuk, nasıl eski bir hastane size anlatamam. Sovyet döneminden kalmış dersem belki resmedebilirsiniz zihninizde.
Neyse arkadaşlarım bir taksi çağırdı ve yurda döndük. Bu sırada ben yürüyemiyorum çünkü bacağımdaki yara oldukça büyük. Hatta şöyle söyleyeyim köpek bacağımdan bir parça koparmış. Yurda geldik, kızlar beni taşıması için arkadaşlarımıza haber verdi. Arkadaşlarım geldi, tabii herkes şokta. Sonra bunlar bir başladı bugün 1 Nisan siz bize şaka mı yapıyorsunuz falan diye. Tepkisiz yüzüm ilk kez o anda tepki verdi ve güldüm. Olayı anlatınca tüm yurt odama toplandı. Herkes o kadar üzgün ve o kadar yardımsever ki.
Sonraki 3 hafta boyunca yürüyemedim, hergün hastaneye pansumana ve aşıya gittim. Hastanede birsürü yabancılara uygulanan zorlu prosedürlerle karşı karşıya kaldım. Ama en fenası psikolojimdi. Rüyamda sürekli köpek saldırıyordu ve ağlayarak uyanıyordum.
Erasmus yapmış kişiler bilir, her akşam mutlaka bi parti vardır. Arkadaşlarım ben kendimi yanlız hissetmeyeyim diye hergün biri yanımda kaldı. Hastaneye gidişim, ilaçlarımın alınması, yemeğimin yapılması bunların hepsini yabancı arkadaşlarım yaptı.
Odada sıkılmayayım diye yurdun bahçesine örtü, yastık götürüp beni dışarı çıkartıyorlardı. Her anlamda çok fena bir deneyim yaşadım. Psikolojim ciddi anlamda kötüydü, ee öğrenciyim ve hastane masraflarından ötürü maddi olarak da etkileniyorum. Bir de tabii bir sorgulama süreci. Neden benim başıma böyle bir şey geldi diye üzülmeler…
Ailemin tüm bu olanlardan haberi yok tabii. Yoksa babam beni anında İstanbul’a çağırırdı. Onlara sadece küçük bir köpek oyun oynarken bileğimi ısırdı dedim ve geçiştirdim…
Sonra ölmedim. Doktorun dediği gibi her gün köpeği de kontrol etmedim. İyileştim, kalktım ayağa. Kolumdaki yaranın izi 1 yıl sonra geçti. Bacağımdaki yara izi ise 7 yıldır benimle. Hatta bundan sonra birlikteyiz. Çünkü çukur orası. Baya iyileşti şimdi, ilk zamanlar daha fenaydı.
Yaşadığım bu kötü deneyime rağmen İstanbul’a geri dönmeyi hiç düşünmedim ki ciddi anlamda çok zorluk çekmeme rağmen. Yaşadığım bu kötü deneyime rağmen olduğum yerden nefret etmedim. Vilnius benim kendimi hala “evde” hissettiğim bir yer. Yaşadığım bu kötü deneyimden ötürü bir korku edindim. Kedi ve köpek korkusu…
Peki, hiç mi iyi bir şey yok? Olmaz mı, tabii ki var.
İyi olan şey ise ben bacağımdaki ize her baktığımda o günleri yüzümde bir tebessüm ile hatırlamam. Arkadaşlarımın bana gösterdiği sevgiyi, şefkati ve mutlu olmam için yaptıklarını hatırlıyorum. Birbirimize nasıl bağlı olduğumuzu, sonra bu arkadaşlığın Erasmus’tan sonra bile devam etmesini, evlendiğimiz gün bizimle olmalarını, hala görüşüyor olmamızı… Sonra bu olayı yaşamasaydım kedi-köpek gibi bir fobim olmayacaktı. Halbuki ben bunun sayesinde bir korkunun nasıl yenildiğini öğrendim. Korkunun üzerine gidip onunla mücadele edebilmeyi öğrendim. Korkuyu sevgiye dönüştürebilmeyi öğrendim. Başıma ne gelirse gelsin bir çözümü olduğunu öğrendim. Travmaların nasıl yenildiğini deneyimledim. Evimden, ailemden uzakta böyle bir olayda bile ayakta kalabilmeyi öğrendim. İyi insan olmanın ne mucizevi bir şey olduğunu öğrendim. Prosedürlerle uğraşmayı öğrendim. Zorlukları yenmeyi öğrendim. İşte o köpek o yüzden Bettina’ya değil bana saldırdı, o yüzden Beata’yı değil beni ısırdı.
Hem fena mı oldu her baktığımda bana Vilnius’u hatırlatıyor :) Üstelik her 1 Nisan Erasmus’taki arkadaşlarım mesaj atar bana.
Bir gün bir arkadaşım seyahatte yaşadığı kötü bir deneyimden ötürü seyahat etmeye tutkusunu yitirdiğini anlatmıştı. Ben de ona bu zamana kadar seyahatte yaşadığım olumsuzlukları sıralamaya başladım. Şok oldu ve inanamadı. Ben her şey hep harika sanıyordum dedi ve benim hikayelerim ona ilham oldu ve sonra İtalya’ya bilet aldı :)
Diyeceğim şu ki seyahatlerimiz bir sürü an’la dolu. Harika anlar ve harika deneyimler yaşadığımız gibi kötü deneyimler de yaşıyoruz ve öğreniyoruz. Tıpki hayat gibi… Sadece şunu yapmaya çalışıyorum “Öznur bu neden oldu” cevabını bulmak hiç kolay değil ama bulduğum zaman benim kendimle ilgili geliştirmem gereken bir şey için olduğunu görüyor bunu bir mesaj olarak alıyorum…
Benim için anlamı çok büyük olan bir anıyı okudunuz, teşekkür ederim :)
Sevgiler
Çok geçmiş olsun, okurken normal bi anı diye başlayıp şok oldum:/ Ben de kendimi erasmusta soğuk odaya,mutfaksızlığa,çorbaya hasret kalıp yine de baş edebildiğim için güçlü görüyodum:P Yaşadığımız her şeyin bir nedenini bulup anlamlandırmanız çok hoşuma gitti.:)
Sevgiler.
Merhaba Büşra, çok teşekkür ederim. ihihihiih evet başı kötü ama sonu iyi bi anı :)