Biliyorum… Blogu yine ihmal ettim fakat geçtiğimiz hafta kendimi yoğun bir şekilde çalışırken buldum ve blog yazmaya vakit ayıramadım. Fakat gelen “Bloga baktım ama yeni yazı yok” mesajlarından sonra bugün işten çıkar çıkmaz kendimi bi cafeye attım, kahvemi söyledim ve başlıyorumm :)
Bir önceki yazımda Melbourne’da geçen 2 ayın ilk bölümünü yazmıştım. Bu yazımda ise ikinci bölümünü yazacağım. Birkaç gün sonra 3 ay olacak. Dolayısıyla bu yazıyı yazmak artık şart :)
Avustralyalılar nerede?
Melbourne’a taşındığımız ilk hafta yaşadığım şaşkınlıklardan biri Melbourne’daki Asyalı nüfusuydu. Özellikle city’de karşıdan karşıya geçerken kendimi Tokyo’da falan hissediyorum. Öbek öbek gruplar halinde geziyorlar genellikle ve tabii ki kendi dillerini konuşuyorlar. Özellikle Çinliler için “Onlar hala Çin’de yaşıyor” cümlesini çok duyuyorum. Uzak Doğu ve Asya restoranları o kadar çok ki! Restoranlarda ise henüz Avrupalı çalışan görmedim :) Kendi aralarında kendi dillerini konuştukları için kendi milletlerinden olan insanlarla çalışmayı tercih ediyorlar. Nüfusun neredeyse %16’sını Asyalılar oluşturuyor. Hal böyle olunca kendimi “Peki, ama Avustralyalılar nerede?” diye sorarken bulduğum zaman çok oldu :)
Hadi bi kahve içelim…
İstanbul’daki evimizde en çok kullandığımız şey kahve makinamızdı. Özellikle günün ilk kahvesi bana bir fincan dolusu enerji gibi geliyor :) Yani kahveyi çok çok seviyorum ve dünyaya kahvecileri ile ün salmış bir şehirde yaşamak bi kahve severin başına gelebilecek en güzel şey :) Buraya kadar iyi hoş fakat Melbourne’da kahveciler saat 3-4 arasında kapanıyor. İlk zamanlar tam bi yere oturup “Hadi bi kahve içelim” dediğimiz sırada kafelerin kapanış saatinin geldiğini görüyorduk. Neyseki bu şehirde 7 Eleven’lar sayesinde gece 11’e kadar kahvesiz kalmak mümkün değil. Üstelik sadece 1 dolar ve makina kahveyi o anda öğütüp, gerçek sütle kahve hazırlıyor. Geldiğimiz ilk zamanlar bu duruma alışamasam da 3. ayımız dolmak üzereyken artık çok normal geldiğini söyleyebilirim :)
Bir de bişi dicem! Cafelerin dekorasyonu ve mimarisi bile bana ilham veriyor. O yüzden işim yoksa evde oturmaktansa yolumun üzerindeki herhangi bi cafeye gidip zaman geçirmeyi ve sosyal masalara oturup tanımadığım insanlarla sohbet etmeyi çook seviyorum.
Aynı Londra! Ay yok yok İtalya’ya da benziyor sanki
Dünyanın geri kalanına uzak olunca ve hakkında örümcekler, timsahlar, kangurular ile başlayan hayvanlarla eşleştirilince Melbourne’ı daha vahşi bi yer olarak hayal etmiştim. Hahaha :) Fakat benden size tavsiye bi yeri kendi deneyimizle yaşamadan duyduklarınıza inanmayın. Benim söylediklerime bile! :) Melbourne’daki ilk günümüzde havanın yağmurlu olması, Queen Street-Elizabeth Road gibi sokak ve cadde isimleri, banliyölerin mimarisi, markette gördüğüm İngiliz markalar, tren yolculuklarım ve kocaman MIND THE GAP yazısı kendimi çoğu zaman Londra’da gibi hissettiriyor. Bir İngiliz sömürge ülkesi olduğunu düşünürsek bu izlenimimin şaşırtıcı bi tarafı yok zaten. Peki, İtalya ne alaka?
Şöyle ki Melbourne’nın en büyük ikinci etnik grubu İtalyanlar. I. Dünya Savaşı ile İtalya’dan Avustralya’ya göç eden İtalyanlar Melbourne’a gelen ilk göçmenlerden. Zaten Melbourne’da kahvenin bu kadar iyi olmasının sebebi de İtalyanlar. Çünkü İtalya’dan gelirken bavullarına kahve ve meşhur mocha kahve cezvelerini de koymuşlar. Özellikle bazı bölgeler var ki orada yaşayanların çok büyük bir kısmı İtalyan. Mesela Lygon Street diye bi yer var ve bu cadde üzerinde yanyana yüzlerce İtalyan restoranı var. Hatta bu caddete Little İtaly yani Küçük İtalya diyorlar :) Bu yüzden bazen kendimi Melbourne’da değil de İtalya’da hissettim ve İtalya aşığı bi insan olarak bu histen çok hoşlandım :) Zira Cemal ile bazen Türkiye’ye uzak olduğumuz için değil istediğimiz zaman İtalya’ya gidemeyeceğiz diye üzülüyoruz haha! :)
Biri bana markette neden her şeyin üzerinde Australian Product yazdığını açıklayabilir mi lütfen?
Beni şaşırtan şeylerden biri de bu. Hani biz her yere Türk bayrağı asarız ya, Avustralyalılar da bu topraklarda yetişmiş, üretilmiş ve paketlenmiş her şeyin üzerine “Australian Product” yazıyor. Hatta bazı ürünlerde “Proudly Australian” yazıyor. Bu yazıyı görünce yüzüme kocaman “WTF” ibaresi çıkıyor. Markette alışveriş yaparken karşılaştığım bu konuyu Neşe’ye sordum. Şöyle ki Avustralyalılar istihdamın kendi ülkeleri içinde kalıp, paranın ülke içinde dönmesinden gurur duyuyorlarmış. Bu yüzden alımlarında bu ibare önemli bi rol oynuyormuş. Dışa bağlı olmak yerine kendi topraklarında yetişen ürünleri almayı tercih ediyorlarmış. Geçen bi yüz yıkama jeli aldım üzerinde yine “Australian Product” yazıyordu. Artık benimsedim napim :)
En karanlıkta en tenha sokakta bile korkmuyorum!
Bi gün yine kayboldum- yok, geçen storyde paylaştığımdan başka bu- (haha J) hava zifiri karanlık ve google map yine beni tenha mı tenha bi sokağa sokmuş. Gerçi gündüz bile her yer sakin şimdi google map’e suç atmayayım. Yönümü bulmaya çalışırken bana bi aydınlanma geldi. Şuan akşam ve hava zifiri karanlık, tenha bi sokaktayım, nerde olduğumu bile bilmiyorum ve bu şartlarda normalde bana bi duygu eşlik ederdi; korku. Fakat farkettim ki ben hiç korku hissetmiyorum. Bayağı rahatım yani. Eyvah o ses nerden geldi, orada biri mi var diye soru üretmiyor beynim. İşte o an dedim ki beynim bile yeni düzene alışmaya başlamış. Hiç inkar etmeyeceğim. İstanbul’dayken akşam otobüsten inip çocuk parkının içinden yürüdüğüm o akşamlar kalbim ağzımda atıyordu. Başıma bi şey gelecek diye çok korkuyordum. Otobüsteki bi manyak benimle birlikte inmiş olabilir mi stresi çok yaşıyordum. Doğduğum şehirde, evimin yakınlarında ve bildiğim bi yerde bu korkuyu yaşarken hiç bilmediğim bi sokakta kaybolmaktan ve başıma bi şey gelmesinden hiç korkmuyorum ve bu hissin güzelliğini, beni ne kadar rahatlattığını anlatamam.
Avustralya aksanı ile imtihanım
Bi gün Neşe ile Oscar’ı veterinere götürdük. İşimiz bittikten sonra arabaya bindik ve Neşe’ye dönüp “Ben veterinerin konuştuğu İngilizceden tek bir kelime dahi anlamadım “ dedim. Yani merhaba dediyse onu bile anlamadım. İlk bir iki hafta bildiğim İngilizce’yi bile unuttum diyebilirim. Yıllarca yabancı insanlarla çalıştım, üniversitenin 1 yılını başka bi ülkede geçirdim dolayısıyla İngilizcem iyidir. Fakat Avustralya aksanını o kadar anlamıyorum ki kendi konuştuğum İngilizceden bile emin olamıyordum :)) Gerçekten her şeyi yuvarladıkça yuvarlıyorlar. İngiliz aksanından bi gram bile esinlenmemişler. Aksine aussie aksanı diye bi şey çıkarmışlar. Hala konuşulan her şeyi çok net anlamıyorum fakat ilk zamanlara göre çok daha iyiyim :) Minnoş olan şey ise eğer karşınızdaki Avustralyalı sizin ana dilinizin İngilizce olmadığını anlarsa kendini yavaşlatması :) Bir de Aussie’den daha çok İngilizce ana dili olmayan insanlar olduğu için anlamakta veya anlaşılmakta sıkıntı yaşamıyorum :)
Geçen gün iş arkadaşım Maria “you had morning tea” diye sordu. Ben de “no, i don’t drink tea at all” dedim. Birden gülmeye başladı ve çok tatlısın dedi. Neden tatlıyım şimdi dedim. Biz Avustralya’da ara verdin mi, bi şeyler atıştırmak durumuna “morning tea” deriz dedi. Maria hiç tatlı değilim bayağı salak gibiyim bence dedim. Sarılıp, hayır bak bi şey öğrendin dedi :) Haklıydı haha :)
Düşünsenize dünyanın her yerindeki Mc Donalds burda Macca’s. Daha ne diyim :)
Bu şehirde merdiven yok
Bol yokuşlu ve merdivenli İstanbul sokaklarından sonra dümdüz bi şehirde yaşamaya başladık. Bu yüzden bisiklet ana ulaşım aracımız :) Evet, çok ilginç ama bu şehirde merdiven yok. Yani bu zamana kadar merdivene rastlamadık. Fakat ara ara denk geldiğimiz yokuşlar sayesinde bayağı kalori yaktığımı söyleyebilirim :)
Her şeyi hallettim de yogam ve pilatesim eksik kaldı!
Hahahaha! Daha ikinci günümde yoga workshop’una gittim. Sonrasında ise hemen bi yoga stüdyosuna yazdıldım ve hemen hemen her gün yoga yaptım. Sonra reformer pilatese gitmeye başladım. Üstelik daha ortada ev ve iş yokken ve Instagram’dan bakınca bi bu eksikti gibi gelmiş olabilir. Fakat işin aslı şu ki ben bi günü yaşarken sadece kendim için bi şey yapmayınca rahatsız oluyorum. Evim işim olmasa da gidip bi yoga-pilates stüdyosuna limitsiz bi şekilde yazılabilmemin sebebi de bu şehirde her şeyin çok ulaşılabilir olması. Birbirinden farklı stüdyolara yazılarak farklı hocaların dersini deneyimlemek istedim. Mesela bi keresinde 2 haftalık sınırsız yoga paketi için 25 dolar ödedim. Bu 70 liraya falan denk geliyor. İstanbul’da Cihangir Yoga’da tek ders ücreti 50 lira :)
En sık duyduğum iki şey “Sorry & Thank You”
Durak ismini göremeyince durağı kaçırdım sanıp birden ayağa kalkıp, şoförün yanına gidip şu durağı kaçırdım mı diye sorduğum otobüs şoförü dışında kaba bi insanla henüz karşılaşmadım :) İnsanlar gerçekten çok nazik, kibar ve yardımsever. Hiç tanımadığım insanlarla yolda karşılaşınca birbirimize gülümsüyoruz. Sadece gülümsemekle kalmayıp, selamlaşıyoruz ve birbirimize güzel bir gün diliyoruz. Fakat en en en çok duyduğum iki şey var biri sorry yani pardon diğeri Thank you yani teşekkür ederim. İnsanlar daha birbirine çarpmadan, eğer çok yakınından geçtiyse bile sorry diyor burda :) Her şeye her zaman teşekkür ediyorlar.
Sadece bu iki kelime ile bile hayat kalitemin yükseldiğini söyleyebilirim.
Musluk suyunun içilmesi
Belki çok küçük bi detay gibi gelebilir fakat Avustralya’da musluk suyunun içilebildiğini öğrendiğimde kendimi bayağı iyi hissettim. Çünkü bence bir ülkede musluk suyunun içilebilmesi demek o ülkenin yeşile ne kadar saygı duyduğunu gösteriyor. Damacana suyunun bile sağlıksız olduğu konuşulurken burada musluk suyunu içebiliyor olmaktan ötürü çok mutluyum.
Bir diğer sevdiğim şey ise hangi cafeye ve restorana gidersek gidelim menüden önce masaya koyulan bi şişe su ve bardak :)
Türk tuvalet kağıdı bile var
Melbourne’a taşınmadan önce kahvaltıda her gün simit yiyordum :) Her şeyi bulurum ama simit bulamam diye düşünüyordum. Ta ki selpak marka tuvalet kağıdını görene kadar! Hahaha :) Melbourne’da Dallas diye bi bölge var. İtalyanlar göç edip nasıl Lygon Street civarına yerleştiyse Türkler de Ford fabrikasının bulunduğu bölge olan Dallas’a yerleşmiş. Pastırma, rakı, Efes tombul bira, sucuk, ülker marka çubuk kraker, simit, kebap her şey var :) Hatta simit arasına beyaz beynir, zeytin ezmesi ve domates satan yerler bile var :) O yüzden yemek olarak özlediğim hiçbir şey yok :) Annemin yemekleri dışında :)) Bir de ben zaten her gün Asya mutfağı yesem sıkılmam :))
Bir sonraki yazılar ev bulma, iş bulma ve genel yaşam giderleri şeklinde devam edecek :)
Yorumlarınızı bekliyoruuum!
Avustralya’ya taşınmamızla ilgili diğer yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
Dünyaya tekrar gelsem nasıl bir hayat isterdim?
Konfor alanının dışına doğru çıkarken
Avustralya’ya taşınmadan önceki son günler
Avustralya’da Yaşam: Yeni hayatımızın ilk günü
Avustralya’da Yaşam: Melbourne’da Geçen 2 Ay Part I
Dünya Benim Evim’i Facebook ve Instagram hesaplarından takip edebilirsiniz.
Yine büyük bi heyecanla okudum ve sen nasıl olayları yaşayıp heyecanlandiysan bende öyle aaa, hadiiiii gibi tepkiler verdim okurken🙈 not: yazılarında en en en bi sevdiğim şey, egon yok, olayları başka türlü gösterme çabasında değilsin, ictensin ve samimisin, işte bu yüzden yazıların çok güzel👍 hep yazmaya devam et😊
Türkiye’de yaşamayı o kadar istemiyorum ki her yazıyı okurken hayallare dalıp gidiyorum ve sanki 10dakikalığınada olsa Avustralya’da yaşıyorum :) bu duyguyu tattırdığınız için teşekkürler :*
Yine sanki yanındaymışım gibi okuduğum bir yazı olmuş. Anlattığın ve yazdığın her şey öyle samimi ve sıcak ki merakla Melbourne günlüklerini bekliyorum. Dünyanın bir ucundan bu kadar pozitif ve ulaşılabilir olduğun için thank you babe 💙İyi ki varsın.
Her firsatta yaz Oznur’cum:)) cok keyif aliyorum okurken. Hatta bu yazini okurken bayaa yazinin icine girdigimi farkettim. Bir an etraftaki tum uyaranlar yok oldu. ‘Yoga o anda oldu’. 🙏🏼♥️
Uzunn bir aradan sonra yazını görmek harika oldu. Bloguna yeni yazı var mı diye girip bakmaktan helak oldum :) Anlaşılan orada her şey yolunda umarım hep de öyle kaldır. Bir sonraki yazını sabırsızlıkla bekliyorum. Dünya gerçekten senin evin :)
Hahaha Dallas efsane bir yer ya :)) Ilk Avustralya’ya gittigimde, 1-2 gun sonra Dallas’a goturmuslerdi beni, iste istedigin ozledigin bir sey varsa alabilirsin diye, aman dedim bismillah daha dun bir bugun iki neyi ozleyeyim goturun beni buradan :D 1-2 ay sonra tabii kosa kosa gitmistim :) Tam Little Turkey gercekten :) Bir de Brunswick’de Sdyney Road sasirtmisti beni baya, hala var mi bilmiyorum Rumeli diye guzel bir restaurant vardi :) Ah ahhh nostalji oldu birden, eline kalemine saglik Oznurcum, yuzumde kocaman bir tebessumle okudum yazini :) Sevgiler bol bol :)
En çok “pardon & teşekkür ederim” lere özendim! Bunlardan biraz da bizim memlekete gelse keşke:))
Cok guzel bi yazı olmus yine. Eline saglık. Okurken kendimi resmen yaninda hissettim. Yasadigimiz yerlerin de böyle guzel ve guvenli yerler olabilmesi dilegiyle😍😙
Öznurcum, canım :) ne güzel anlatmışsın. Sanki karşılıklı sohbet ediyormuşuz gibi hissettim. Tüm enerjin yine yazına yansımış. Yazılarını, resimlerini heyecanla bekliyorum💙Sevgiler
Ne kadar cesur bir insansın, Yazılarını game of thronesun yeni bölümünü bekler gibi bekliyorum sevgiyle kal:)