12 Saatte Selanik

Selanik… Yunanistan’ın ikinci büyük şehri. Adını Büyük İskender’in kız kardeşi Thessalonike’den almış zaten ona sadece biz Türkler Selanik diyoruz. Atatürk’ün burada doğup büyüdüğünü herkes biliyor fakat Nazım Hikmet de Selanik’te doğmuş meğer. 500 yıl boyunca Osmanlı şehri olarak kalmış ve İstanbul’dan sonra Osmanlı’nın en büyük ikinci şehriymiş. Sayısız mübadeleye uğramış ve nice hikayeler yaratmış güzel şehir Selanik…

Atatürk’ün Evi

Atatürk, 1881 yılında Selanik’te dünyaya gelmiştir.

Selanik benim zihnime 6 yaşlarında bu cümle ile girdi. Hayat Bilgisi diye bi’ dersimiz vardı. Atatürk’ün hayatını anlatan uzuuuun sayfalar ve bir sayfanın yarısını kaplayan koyu kahverengi, ahşap, 3 katlı ev…

Otobüsten inip sokağı döndüğümüzde 6 yaşıma doğru bi’ yolculuğa çıktım. Sokağın başında durup baktığımda Hayat Bilgisi kitabımın hızlı hızlı sayfalarını çevirip o evi bulmaya çalışıyordum adeta. Ne kadar tuhaf, 6 yaşında atmışım o evi hafızama ve her detayını kaydetmişim zira Atatürk’ün doğduğu o evi görür görmez müthiş duygulanıyorum. Hızlı hızlı yürüyüp giriş kapısına geldim. İçimden çok kötü bi yolculuktu ama sadece bu evi görmek için bile değer diye geçiriyorum…

Turdan ayrıldık ve ilk olarak Atatürk’ün doğduğu evin bahçesine adım attık. Girişte bulunan görevli kişiye İngilizce nereden bilet alacağımı sordum ve karşılığında Türkçe girişin ücretsiz olduğu cevabını aldım. Bahçede Ali Rıza Bey tarafından ekilen bi’ nar ağacı var. Atatürk bu ağacın altında çocukken oyunlar oynarmış… Hayal etmeye çalışsam bile o büyük liderin çocuk halini hayal edemiyorum.

3 katlı, ahşap ve cumbalı o eve giriyoruz. İnanılmaz duygulu ve inanılmaz heyecanlıyım. İçeride görmeyi hayal ettiğim bazı eşyalar var. Mesela yatağı ya da ne bileyim çocukluk kıyafetleri ama içerisi tam bir hayal kırıklığı zira içeride eşya adına hiçbir şey yok! Duvarlar posterlerle doldurulmuş, evin maket hali, Atatürk’e ait birkaç kıyafet, ayakkabı ve o kadar başka hiçbir şey yok! Üzücü… Bir alt kata iniyoruz, merdivenlerin bitişinde evin restorasyonunun Bilgili Holding tarafından yapıldığı yazıyor. Şaşırıyorum zira Bilgili Holding’e gelene kadar koca bir devlet var burada, Türkiye restorasyonu nasıl üstlenmez gerçekten çok üzücü. 3 katı da dolaşıp çıkıyoruz Atatürk’ün evinden…

Agios Dimitrios Kilisesi

Atatürk’ün doğduğu evden çıkıp sağa döndüğümüzde yolun başındaki Agios Dimitrios Kilisesi’ne varıyoruz. Selanik’te mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Kilise diğer Avrupa şehirlerinde gördüğümüz kilise mimarisinden oldukça farklı. Kırmızı kiremitli ve devasa büyüklükte, 5 kubbesi var. Mimari itibariyle hem kilise gibi hem de cami gibi derken içine giriyoruz. Yerler birbirinden farklı halılarla dolu, kilisenin bazı kısımları çok eski bazı kısımları ise sanki dün yapılmış gibi merak ediyorum tarihçesini ve hemen bakıyorum.

Selanik aristokrasisinden Dimitrios diye bilinen Roma’lı biri varmış. Hristiyanlığı kabul ederek dini faliyetlerde bulunuyor ve sonra tutuklanıyor ve bi’ hamamın altına hapsediliyor, orada öldürülüyor. O zamanın geleneklerine göre şehidin öldürüldüğü yere küçük bir tapınak yapılırmış, Yunan halkı da o tapınağı yapıyor. Yıllar geçiyor ve dönemin dini liderlerinin emri ile bu tapınağın yerine güzel bir bazilika yapılıyor. Fakat klasik bir şekilde bu bazilika bir yangın geçiriyor her ne kadar oluşan hasar giderilse de bazilika saldırılara ve işgallere uğruyor sonra Osmanlı geliyor ve bazilikayı camiye dönüştürüyor, Müslümanların hizmetine açıyor. Yıllar geçiyor 1917 yılında Selanik’in büyük bir kısmını yok eden yangında yanıyor, Yunanlılar yanmış binayı onarıyor ve 1949 yılında tekrar kilise oluyor, Hristiyanların hizmetine açılıyor. Tüm bunları okuyunca artık şaşırmıyoruz çünkü kilise gerçekten hem kilise hem de cami gibi. Ama üzücü olan kısım her iki milletinde hoşgörüden uzak olması!

Kiliseden çıkıyoruz, aylardan Şubat ama hava sıcacık. Bir şeyler içelim diyoruz ve karşımıza Egnatia Caddesi üzerinde Salonique Blancha çıkıyor. Mutlaka oturup hem dinlenin hem de Selaniklilerin bolca tükettiği Frappe’den için. Mekan son derece vintage, beyaz ferforje masa ve sandalyeleri olan ve Frappe’yi 1 euroya içebileceğiniz bi yer. Ama zaten Frappe genel olarak her yerde 1 euro Selanik’te :)

Galerius Kemeri (Kamara)

Frappemizi içtikten sonra birkaç adım atıyoruz ve karşımızda bi kemer ama sadece iki duvarı günümüze kadar gelebilmiş belli ki önceden boydan boya uzayıp gidiyormuş. Haritaya bakıyoruz ve buranın Galerius Kemeri olduğunu görüyoruz. Kemerin bulunduğu bölgenin adı Kamara ve yerli halk tarafından buluşmaların çoğunun yapıldığı ve akşam saatlerinde gençlerin toplanıp içkilerini içtiği ve takıldığı bi’ meydan.

Kemerin günümüze kadar gelmiş iki duvarına yaklaşıp yakından incelediğimde işçiliğine hayran kalıyorum. Bu kemer Roma İmparatorluğunun dört büyük liderinden biri olan Sezar Galerious onuruna yaptırılmış ve duvarların üzerindeki oymalarda Galerious’un Perslere karşı kazandığı savaşları anlatmaktaymış. Fotoğraflarımızı çekiyor ve kendimizi Dimitriou Gounari Caddesine bırakıyoruz.

Dimitriou Gounari Caddesi

Yol boyunca gerginlikten ve stresten ölecek olan ben değilmişim gibi pamuk gibi olmuştum. Aslında daha önce hiç gelmediğim bi yerdeyim ama bi’ o kadar tanıdık her şey. Kendimi hiç farklı bir yerde hissetmiyorum. Adeta İzmir’de gibiyim.

Dimitriou Gounari caddesi kocaman, geniş ve palmiyelerle sıralanmış bir cadde. Karşılıklı mağazalar, cafeler var. Bi’ parfümerinin önünden geçerken gözüm vintage bi’ parfüm şişesini es geçmiyor ve kendimi içeri atıyorum. Yıllardır aradağım, pıs pısı dışarıda olan eski tip parfüm şişesi meğer Selanik’te onu satın almamı bekliyormuş. Nasıl mutluyum nasıl! Caddeyi bitirince bi’ bakıyorum karşımda masmavi bi’ deniz, bizim denizimiz gibi aynı parlaklıkta aynı renkte ay tabii ki aynı olacak Ege denizi Ege!

Dedim ya hava sıcacık, insanlar sahilde yürüyüş yapıyorlar, göçmen seyyar satıcılar sahte çanta ve ayakkabı satıyorlar ve her şey çok tanıdık. Selanik Kordonunda yürümek için sabırsızlanıyordum fakat öncelikle bir şeyler yemeliydik zira açlıktan ölecektik!

O Kipos Tou Thermaikou

Şans bu ya Tiffany mavisi, ferforje çerçevesi olan bi’ restoranın yanından geçerken içeriye bakıyorum ve bakar bakmaz atıyorum kendimi içeri. Son derece güler yüzlü garson bir üst katta bize küçük bi masa ayarlıyor ve zar zor bulduğu İngilizce menüyü getiriyor. 2 katlı bi’ Yunan tavernasındayız, tamamen tesadüfen! Saat öğlen 3 civarı, restoran tıka basa dolu, masalar meze dolu yanında karafta sunulan şaraplar, uzolar…

Havada uçuşan kahkahalar, sohbetler… Yüzümde müthiş bi gülümseme oh be diyorum iyi ki geldik çünkü Selanik tahmin ettiğimden daha güzel bi’ şehir. Üst katta Yunan bi’ grubun yanındaki 2 kişilik masaya oturduk. Arkamda bi’ duvar kağıdı var ki üzerine hayaller kurulur. Tiffany mavisi zemin üzerinde pembe çiçekler! Bir sürü fotoğraf çektikten sonra minicik masamızı mezelerle donatıyoruz ve bir karaf da şarap söylüyoruz ve sabırsızlıkla servis edilmesini bekliyoruz. Mekan çok kalabalık ama servis son derece hızlı.

Çok kısa bi’ zamanda masamız dolup taşıyor. Her şey ama her şey parmak ısırtan lezzette. Şerefe diyoruz ve yuvarlıyoruz şarabımızı derken yan masadaki grup nereden geldiğimizi soruyor İstanbul deyince hepsi kaldırıyor kadehlerini ve şerefe diyor!!! Meğer hepsi gelmiş İstanbul’a, Yunanlar tarafından bu kadar sıcak bi’ şekilde karşılanmak hoşumuza gidiyor. Bu restorandan kalkmak istemesem bile Kordon’da yürümek üzere hesabı ödeyip kalkıyoruz.

O Kipos Tou Thermaikou Adres:   Foka Nikiforou 2, Thessalonike

Beyaz Kule

Restoranda geçirdiğimiz keyifli anı geride bırakıp yolun karşısına geçiyoruz. Görülmesi gereken yerlerden biri Beyaz Kule tam karşımızda fakat beyaz değil. Acaba nedir ki hikayesi deyip okumaya başlıyorum. Beyaz Kule olarak anılan bu minik kule Selanik’in simgelerinden biri. Tarihi ise 15.-16.yüzyıla uzanıyor. Kulenin mimarlarının Venedikliler olduğu tahmin ediliyor hatta Osmanlıların hizmetindeki Venedikli bir mimar tarafından yaptırıldığı bile söyleniyor. Fakat zaman içinde kule birçok kez yıkılıyor ve yeniden inşa ediliyor.

Selanik, Osmanlı egemenliği altına girdiğinde ise Kanuni Sultan Süleyman döneminde yine rivayete göre Mimar Sinan tarafından yeniden inşa ediliyor. 30 metre yüksekliğindeki bu kule Osmanlı döneminde kale, garnizon ve hapishane olarak kullanılmış. Balkan Savaşları sonucu Selanik, Yunan devletine katılınca arınmayı temsil eden sembolik bir vaftiz işleminden geçerek beyaza boyanmış ve bundan sonra Beyaz Kule olarak tarihe geçmiş. Fakat zaman içinde boyalar dökülünce gerçek rengi ortaya çıkmış. Meğer bu yüzdenmiş Beyaz Kule olarak anılıp beyaz olmaması. Kulenin içine giriş olmadığı için giremedik. Ama kule bizim Rumeli Hisarı’ndaki kulelerin birebir aynısı.

Nikis Avenue (Kordon)

Hava kış mevsimine göre o kadar sıcak ki Selanikliler kordonda gezintiye çıkmış. Beyaz Kule’nin önünden başlayıp kordon boyu yürümeye başladık. Bakmayın ben kordon diyorum ama buranın adı Nikis Avenue ve İzmir kordonunun birebir kopyası. Biri beni gözüm kapalı buraya getirse ve gözlerimi açtığında neredesin diye sorsa İzmir, Kordon’dayım derim.

Yol boyunca uzanan Ege denizi, yolun diğer tarafında kalan beyaz binalar ve binaların zemin katlarındaki kafeler, barlar, restoranlar… Barlardan dışarı taşan insanlar, kahkahaları, sohbetleri… Biz o kadar tokuz ki gidip bir şeyler içmek istesek bile yürüyüş yapmayı tercih ediyoruz ve kordon boyunca yürüyoruz ve güzel havanın ve Selanik sahilinin tadını çıkartıyoruz. Gitmedim ama önünden geçerken oturup bir şeyler içmeyi çok istediğim Savoy Barı mutlaka tavsiye ediyorum.

Aristotellous Meydanı

Kordon yürüyüşümüze devam ederken sağ tarafımızda kocamaaaan yuvarlak yapılı bir meydan çıkıyor karşımıza. Bu kadar deniz havası yeter zaten hepi topu son birkaç saatimiz kaldı dolayısıyla şehri görelim diyoruz ve meydana doğru yöneliyoruz. Her şehrin küçük de olsa büyük de olsa bir meydanı var. Selanik’in ünlü meydanı ise Aristotellous Meydanı.

917 yılında Selanik’te büyük bir yangın çıkıyor ve şehrin üçte ikisi çok büyük zarar görüyor. 1917 yılı öncesine kadar da Avrupa’nın aksine Selanik’te bir meydan yokmuş. Fransız bi mimar Selanik’in de meydanı olsun diye çeşitli önerilerde bulunmuş ve Aristotellous Meydan’ı doğmuş. Günümüzde bu meydan Yunanistan’ın en ünlü yerlerinden zira bu meydan her kesimden insanın yapacak bir şeylerinin olduğu, noel zamanında ışıklı pazarın kurulduğu, mitinglerin yapıldığı meydan gibi meydan!

Modiano Market Galleria

Yurt dışında ona market diyorlar biz onlara pazar diyoruz. Lokal insanların alışveriş yaptığı, turistlerin görülecek yerler listesindeki, çeşit çeşit tezgahın, renklerin, anlamadığın kelimelerin havada uçuştuğu yerler pazarlar. Ben marketları çok ama çok seviyorum. Selanik’teki Madiano Pazarının akşamına yetişebildik. Tezgahlar toplanıyordu ama yine de hızlı hızlı tezgahlara yaklaşıp deniz mahsüllerini inceleyip fiyatlarına bakıp şaşırıp durdum.

Gezdiğim AB ülkelerinden ilk defa Selanik’te açık kasaplar gördüm ve buna da şaşırdım. Ama zaten Modiano market etleriyle meşhurmuş. Selanik’e tekrardan gelmek için birçok sebebim var bunlardan biri ise Modiano’yu en canlı hali ile görmek. Zira Modiano 80 yıldır Selaniklilerin hayatında. 1922 yılında inşaatına başlanıyor ve 8 yılda tamamlanıyor. Mimarı musevi Eli Modiano. Burası sadece pazar değil aynı zamanda salaş tavernaların da bulunduğu bi’ yer. Nerede bu pazar diye soracak olursanız Vasileos Irakliou caddesi ile Egnatia Avenue dolaylarında.

Artık hava kararmıştı ve yürümekten yorulmuştuk bir yorgunluk kahvesi içmek üzere Ladadika’daki minik meydana bakan bi’ cafeye oturduk. Oturur oturmaz garson kız masamıza 2 bardak su getirdi :) Bu Yunanistan’da bir gelenekmiş, hoşumuza gitti. Menüden 2 tane yunan kahvesi söyledik ve bize göre Türk onlara göre Yunan kahvesini büyük bi’ keyifle içtik. Tadı mı bence hiçbir fark yok :)

Ladadika

Yunanistan deyince aklınıza ilk ne gelir? Benim taverna ve sirtaki. Tabak kırma seramonisi sırasında insanların kaşı göz yarıldığı için sirtaki artık yasaklanmış :) Ladadika bölgesi tavernalarla dolu, trafiğe kapalı ve hem turistlerin hem de lokal insanların uğrak yerlerinden biri.

Ladadika, yağcılar demekmiş. Osmanlı döneminde burası yağ satıcılarının bulunduğu bi’ pazar alanıymış. Günümüzde ise ülkedeki krize rağmen bölge oldukça kalabalık ve çok sayıda taverna mevcut. İster canlı müziklisi ister salaşı ister ucuzu ister pahalı… Her bütçeye göre taverna var dolayısıyla akşam ışıl ışıl, canlı ve kalabalık. Selaniklilerin eğlence anlayışını görmek ve bir Selanikli gibi eğlenmek için harika bi’ yer. Ben gitmeden kısa bi’ araştırma yaptığımda Full Tou Meze diye bir yer bulmuştum. Akşam yemeğini yemek üzere haritamızdan yemek yieyeceğimiz yeri bulup o yöne doğru ilerliyoruz.

Full Tou Meze – (Adres:3 Katouni Str. Ladadika)

Ladadika meydanındaki çeşmenin arka taraflarında, dışarıda hava soğudu, karardı, Full Tou Meze’nin önündeyiz, içerisi ışıl ışıl, masalar yavaş yavaş dolmaya başlamış, sıcacık bi’ ortam. İçeri giriyoruz, girişte camlı dolapta sergilenen mezeleri görüyorum tıpkı meyhanede sergilenen mezeler gibi, hemen bi’ masaya oturuyoruz. Yanımıza kadın garson geliyor, masaya kağıt seriyor ve menüleri bırakıyor.

Masaya serilen kağıt aslında gazete bayılıyorum buna, menü Yunanca dolayısıyla garsonu çağırıyor ve İngilizce menü istiyoruz ama garson Türk olduğumuzu anlıyor ve başlıyor mezeleri saymaya hayır İngilizce değil Türkçe evet kadın Yunan ama Türkçe biliyor zaten mekanda bizim haricimizde çok sayıda Türk var. Ahtapot, karides sağanaki, grek salatası, kalamar, patlıcan ezme söylüyoruz mücver var ister misiniz diyor garson, ya sen mücveri nereden biliyorsun demek istiyorum ama o kadar benziyoruz ki sonra susturuyorum kendimi.Mücver istemem ama kabak çiçeği dolması isterim diyorum yok mevsimi değil diyor :)Tamam o zaman bir de senin sevdiğin uzodan getir diyoruz ve 20lik uzo da söylüyoruz.


Yemekleri beklerken etrafı incelemeye başlıyorum. Tavana kadar uzanan raflarda reçelleri görüyorum, sonra diğer rafa dönüyorum orada sadece uzo var çeşit çeşit uzo sonra bi bakıyorum ipe dizili patlıcan, biber, bamya kuruları asılı duruyor… Kendimi bi meyhanede hissediyorum, kendimi evimde hissediyorum ve dönüp sevgilime ne iyi ettik de geldik diyorum :) Masamız yavaş yavaş dolmaya başlıyor, onlar feta cheese diyor ama o bizim bildiğimiz beyaz peynir varya işte bol beyaz peynirli ve zeytinli salatamız geliyor, grek salata, kalamar, ızgara ahtapot, feta cheese ve domatesle pişirilmiş sağanda jumbo karidesler! Tanrım cennetdeydim adeta her şey o kadar lezzetliydi ki! Uzomuzu havaya kaldırıp şerefe diyoruz ve bir şehri daha keşfetmenin mutluluğuna içiyoruz.

Fiyatlar İstanbul ile kıyaslandığında çok çok ucuz biz iki kişi bol yemeli içmeli bu akşama 30 euro gibi bi’ rakam ödedik. Şiddetle tavsiye ediyorum burayı! Servis, hizmet, lezzet, lokasyon, fiyat her şey harikaydı!

Harika bi gün geçirmiş olmanın mutluluğuyla taksiye biniyor ve kaldığımız otele doğru gidiyoruz. Takside giderken düşündüm de biz Yunanlarla o kadar çok benziyoruz ki, konuşma şeklimiz aynı, gürültülü oluşumuz aynı, aynı şekilde eğleniyoruz aynı şekilde içiyoruz, Ege denizini paylaşıyor, aynı kahveyi seviyoruz, geleneksel içkimiz bile aynı, güneydeki sokaklarımızda bulunan turunçlar bile aynı, biz çok benziyoruz birbirimize peki nasıl oluşmuş bu düşmanlık, komşuyuz biz yahu komşu! Birbirine çok benzeyen komşu…

Bu yaz Selanik’e yine gideceğiz ve bu sefer kıyı şehirlerini keşfedip muhteşem yemeklerinden yiyeceğiz…

Selanik, yanıbaşımızda aynı biz gibi insanları olan güzel bi şehir, gidip görün onu.

Dünya benim evim’i facebooktan ve instagramdan takip edebilirsiniz :)

İskeçe Karnavalı yazım için tıklayınız.

1,5 Saatte Kavala’yı Nasıl Gezdim yazım için tıklayınız.

Tasos Adası yazım için tıklayınız.

10 Maddede Atina Rehberi yazım için tıklayınız.

Halkidiki Gezi Rehberi yazım için tıklayınız.

Denizden babam çıksa yerimcilerin cenneti: Yunan mutfağı yazım için tıklayınız.

Agios Dimitrios KilisesiAristotellous MeydanıAtatürk’ünevibeyazkulefoodpornfull tou mezeGreecekalamarkamarakomşukordonladadikaModiano Market GallerinikisavenueO Kipos Tou ThermaikousavoySelanikselanik’teyapılacaklarlistesiSeyahatseyahatbloguseyahatipuçlarıThessalonikitraveltravelblogyunanistanyunanistan turu
Comments (0)
Add Comment