Sağlıklı yaşam yolculuğum…
Etrafımdaki hemen hemen herkes sağlıklı yaşamın peşinde. Daha önce hayatımızda olmayan gıdalar, süpermarket zinciri gibi açılan spor salonları, uzaktan yapılan beslenme danışmanlıkları gibi şeyler de bunun bir göstergesi. Peki, nedir sağlıklı yaşam? Tanımı herkese göre değişir. Bana göre sağlıklı yaşam eşittir mutlu yaşam. Sağlıklı yaşamdan anladığım ise vücudumun mükemmel çalışması için ihtiyaç duyduğu besini ona vermek, ihtiyaç duyduğu hareketi ona sağlamak, kişisel hijyeni maksimum düzeyde sağlamak, yaşadığım ortamların(ev ve ofis) temizliği, düzenli yaşam, minimum stres.
Dışarıdan bakıldığında gayet basit. Aslında rutine girdiğinde gerçekten de basit ama alışkanlık haline gelmesi biraz zor. Bunun için de çaba sarfetmeniz gerekiyor. Sağlıklı olmak istiyorum ama demekle hiçbir şey olmuyor ve şunu söyleyebilirim ki hiçbir tatlı insanın kendini sağlıklı, zinde ve mutlu hissetmesi kadar lezzetli değil.
Ben kendimi bildim bileli hep 54-57 kilo arasında gittim, geldim. Erasmus döneminde ise aşırı düzensiz yaşamdan ötürü yaklaşık 12 kilo alarak hayatımın en kilolu dönemini yaşadım. O kiloları İstanbul’a dönünce ve düzenli yaşama geçince çok kısa sürede verip yine klasik kiloma döndüm. Fakat son 1 yılda yine kilo almaya başladığımı farkettim.
Sabah kahvaltılarında yediğim sıcacık peynirli simitler, her öğlen yediğim basit karbonhidratlar ve öğleden sonraları asla atlamadığım tatlılar, çok sık seyahat etmem ve seyahatlerde bir daha yemek yiyemeyecekmişçesine makarna üzerine pizza yemelerimden ötürü kollarım yastık gibi olmuştu ve bacaklarımın kalınlığı sevgiliminki ile yarışmaya başlamıştı.
Hayatımdaki değişimler…
Ben hayatımda hiç diyet yapmadım. Sağlıklı beslenmek ne demek diye hiç düşünmedim. Makarnayı, pilavı, hamuru, tatlıyı çok sevdim ve hayatımdan hiç eksik etmedim. Fakat artık 20 yaşında değilim. Metabolizmam yaş aldıkça daha yavaş çalışmaya başladı ve yiyip yiyip kilo almıyorum dönemini geçtim. Tartıda gördüğüm 61 rakamı beni aşırı rahatsız etti. Sağlıklı beslenme yaşam şekli ile bu sayede tanıştım. O yüzden hep şunu derim; iyi ki kilo aldım ve iyi ki diyet yapmaya karar verdim. İyi ki kilo aldım ve hayatımda ilk kez spor yapmaya başladım. Bazen yaşadığımız kötü bir şey aslında bize bir mesaj veriyor. O mesajı anlamak ise beraberinde bambaşka yollar açıyor. O yollar sizi daha mutlu daha huzurlu aslında tam da ihtiyacınız olan yaşama götürüyor. Benim öyle oldu…
Eski çalıştığım firmanın spor salonu üyeliğinin 500 euro’sunu karşılama gibi bir yan hakkı vardı. Durum böyle olunca ben de spor salonu üyeliği yaptırdım ama üyeliğimin 9.ayında spora gitmeye başladım. Sporla birlikte önce kendim daha sonra beslenme uzmanı eşliğinde yeme alışkanlıklarımı değiştirdim. Diyet yaptım diyemiyorum çünkü o gün bugündür beslenme şeklim hep aynı. Aslında beslenme uzmanına gitme amacım da doğru ve dengeli beslenmeyi öğrenmekti.
Düzenli egzersizin hayatıma girmesi…
Başlangıçta spor yapmak çok zordu. Çok sıkılıyordum ve spordan sonraki gün her yerim ağrıyordu. Üstelik akşam işten sonraki yorgunluk ile eve gitmek varken spora gitmek büyük bir kararlılık istiyordu. Spordan çıkıp kış soğuğunda eve gitme derdini ise hiç anlatmayayım. Zira spor salonum Kanyon’da, evim ise Sancaktepe’de. Şimdi bakmayın böyle uçarak gittiğime ilk zamanlar çok zordu, çok zorlandım… Fakat sağlıklı bir yaşamım olsun istiyorum deyip hiçbir şey yapmamak bana göre değil. Egzersiz sağlıklı olmanın olmazsa olmazı idi ve ben sporu hayatımın bir parçası haline getirmek istedim. Bu dileğimi o kadar çok kez dile getirdim o kadar çok istedim ki. İstemekle kalmadım tabii ki. Ayaklarım sürüne sürüne de gitsem, spora gitmeyi bırakmadım.
Önce haftada 3 gün sonra haftada 5-6 gün spor yapmaya başladım. Motivasyonumu arttırmak için videolar izledim, yazılar okudum, başarı hikayeleri dinledim. İnsan sağlıklı yaşamaya başlayınca bedenini anlamak istiyor. Onun en mükemmel şekilde çalışması için başka ne yapabilirim diye sorguluyor. Youtube’dan beyninizin daha iyi nasıl çalıştığını anlatan videolar izleyin mesela. Ben bu videoları koşu bandı üzerinde yürürken izliyordum.
İnsan spor yapınca ve yağ yakımının ne kadar zor olduğunu görünce zaten vücuduna sağlıksız yiyecekleri sokmak istemiyor. Spor yaparak ve temiz beslenerek bir yaşam şekli oluşturunca bebek gibi uyumaya başladım. Kafamı yastığa koyduğum an uyuyorum ve gece nasıl geçiyor hiç bilmiyorum. Çünkü hiç uyanmıyorum. Aylardır böyle. Harika uyuyorum ve bunun sağlıklı beslenme ve sporun bir çıktısı olarak görüyorum.
1 günüm nasıl geçiyor?
Galiba o çok istediğim artık gerçekleşti. Düzenli egzersizi ve dengeli beslenmeyi rutinime koydum. Güne sabah 6.30’da uyanarak başlıyorum. Bazen unutuyorum ama metabolizmam hemen hızlıca çalışsın ve güne fresh bir başlangıç yapayım diye 1 bardak limonlu ılık su içiyorum. İşe giderken toplu taşıma kullanıyorum. Hareket edebileceğim her anı değerlendiriyorum. Yürüyen merdiven kullanmıyorum. Bazen otobüsten 1 durak önce inip ofise yürüyorum. Sabah kahvaltımı evde hazırlıyorum ve vapurda kahvaltı yapıyorum. Kahvaltım ise hergün farklı. Bazen yoğurt-yulaf-meyve, bazen chia tohumu-süt-ruşeym, bazen tam buğday ekmeğine sandviç, bazen yumurta-peynir-zeytin gibi… Besinlerimi yaptığım sporun ağırlığına göre seçiyorum. Ofise gelir gelmez tarçınlı yeşil çay içiyorum ve su şişemi dolduruyorum. Çünkü ben 3 günde 1 bardak su içen biriydim. Suyun vücudum için, sağlığım için, cildim için ne kadar önemli olduğunu okudukça günde en az 2 litre su tüketmeye başladım. 10:30’da ve 15:30’da 2 ara öğünüm var. Ara öğünleri de evde hazırlıyorum. Öğlen yemeği yemekhaneden. Kıymalı pide çıktığı gün ofiste yoğurtlu brokoli yiyen bir benim diyebilirim :) Bundan mutsuz olmuyorum. “Öznur o pide senin değerli vücuduna girmeyi hakediyor mu?” Diye soruyorum. “Canın çok mu istedi, o zaman en güzel pidecide ye de bir anlamı olsun diyorum” :). Öğleden sonra 1 kupa daha yeşil çay ve akşam 18:30’da çıkıp koşa koşa spora gidiyorum. Hergün farklı bir egzersiz programı uyguluyorum. İçinde cardio da var, pilates de, high intensive interval training de. 19:30’da spora başlayıp, maksimum 60 dakika spor yapıyorum. Duş, giyinme vs derken salondan çıkışım akşam 9’u buluyor. Eve gitmem ise 21:45 gibi oluyor. Durun daha bitmedi. Sağlıklı yaşam tarzı öyle kolay değil. Dışarıdan sağlıklı beslenmek hem zor hem de pahalı. Eve gidince sevdiceğimle mutfağa giriyoruz. Ertesi günün kahvaltısını, ara öğünlerini, spor öncesi ve sonrası yiyeceklerimizi hazırlıyor, günün kritiğini yapıp uyuyoruz. Haftanın 5 günü böyle geçiyor :) Hiç kolay değil ama çok zevkli. Artık spordan sonra öyle her yerim ağırmıyor. Onun yerine müthiş bir zindelik ve enerji geliyor. Serotonin hormonu beyinde salgılanmaya başlıyor ve kendimi o kadar iyi hissettiriyor ki o spor sonrası hissi beni bir sonraki gün spora götüren en büyük motivasyon.
Koşu serüveni…
Başlıkta yurtdışı maraton deneyimi yazıyor ama hala maratona gelemedi diye düşünmüş olabilirsiniz. Öncelikle hem çok soru geldiği için hem de aslında önceden ben de son derece junk food, yağlı yiyecekler, abur cubur tüketen biriyimi göstermek için yazıya farklı bir yerden başladım.
Seyahatlerimizde gittiğim yerlerde beni en çok etkileyen şeylerden biri de parklarda koşan insanlar. Hatta pusetle koşan babalar, bisikleti bir ulaşım aracı haline getiren milletler. Çok çok özeniyorum bu insanlara. Çünkü Pazar sabahı birileri yatağında birazcık daha uyuma isteğindeyken bu insanlar koşuyorlar. Hem de genellikle buz gibi havada. Spor yapmaya başlayınca ve aslında biraz rutine girmeye başlayınca haftasonu 1 gün biz de koşabiliriz diye düşündük ve yağmur yağıyor, hava soğuk, mevsimlerden kış demeden koşmaya başladık. Ben koşmak diyorum ama aslında olayın özü şu: 1 dakika koşu, 2 dakika yürüyüş. Hatta 5K’lık parkurun son 500 metresi full yürüyüş. Çünkü koşamıyordum. 1 dakikayı bile çok zor koşuyordum. Ben kendimi zorlamayı seviyorum. Bir de “yapamıyorum” demek yerine “deneyeyim” demeyi tercih ediyorum her anlamda. Koşu için de aynen böyle oldu. Bi dene Öznur dedim kendime ve denemeye başladım. 1 dakika koşup 2 dakika yürümeyi rahatça yapabilince 2 dakika koşup 2 dakika yürüdüm. Ona alıştıkça 3 dakika koşup 1 dakika yürüdüm. Böyle böyle antrenmanlar yaparak vücudumu strese soktum. Koşu bandı üzerinde durmadan 7 dakika koştuğum günü hatırlıyorum da telefona sarılıp Cemal’i aramıştım :) Her hafta mutlaka 1 gün koşuyu egzersiz programımıza kattık. Güne erkenden spor yaparak başlamak muhteşem! Sonra ilk kez İstanbul Avrasya Maratonunda 10K koştum. Hatta ilk kez o gün aralıksız 3K koştum. 77 dakikada 10K koşmak benim için başlı başına bir başarı hikayesiydi :)
İtiraf etmeliyim ki bazen koşarken kendime “Öznur salak mısın! Neden sporunu farklı bir şekilde yapmıyorsun” diye soruyorum çünkü nefesi ayarlamak gerçekten zor. Fakat koşu bittiğinde hissettiğim tatmini kelimeler ile ifade edemiyorum. Olağanüstü hissediyorum kendimi. Hem bir şeyi başarma hissi, hem koşabiliyorum gerçeği hem de spor sonrası vücuttaki değişimler birleşiyor ve beni dünyanın en mutlu insanı yapıyor.
Budapeşte Maratonu
Koşu bu kadar hayatımızın içinde olunca bu yıl yurtdışında gerçekleşen bi maratona gidelim diye konuşmuştuk. Evren mesajı almış olmalı ki Budapeşte Maratonuna 4 gün kala karşıma Budapeşte Maratonu ile ilgili bir fotoğraf çıktı. Hemen internetten bakıp, araştırdım ve o akşam kaydımızı yaptık, şansımıza uygun uçak bileti bulduk ve kalacağımız evi ayarladık. Hiç planlamadığımız halde kendimizi bir anda bir heyecanın içinde buluverdik. Budapeşte’ye geçen yıl gittiğimizden bu iki günü yeme içme ve maratona ayırdık :)
Maratondan 1 gün önce hem parkuru görmek hem de kitlerimizi teslim almak için Margaret Adasına gittik. O kadar büyük bir kalabalık vardı ki inanamadım. Herkes kitlerini almaya gidiyor, heyecan giderek çoğalıyordu :)
17 Nisan Pazar, koşu günü Margaret adası müthiş bir kalabalıkla doluydu. Bir yandan 21K yarı maratonu tamamlamış ve onun mutluluğunu yaşayan insanlar, diğer yandan 10K için ısınan insanlar. Ortamdaki enerji inanılmaz. Çocuklar, köpekler, balonlar… Yemyeşil bir alan ve harika bir heyecan :)
Kaslarımızı ısıttık ve 6 pace’te koşacak insanların arasına katıldık. Birazdan başlayacak koşu için duyduğum heyecanı nasıl tanımlayabilirim bilmiyorum. Kalbim yerinden çıkacak gibi hatta bir mide bulantısı bir sırtımdan aşağı ter boşalmalar. Sınav heyecanı gibi… İnanılmaz bir his ki ben tek değilim Cemal de benimle aynı durumda. Yerimde duramıyorum, zıplıyorum, heyecanımı bastırmaya çalışıyorum ama bana mısın demiyor. Kalbim pıt pıt… Koşu birazdan başlıyor, hedefimiz 10K’yı 60 dakikada koşmak. İnanıyoruz, yapabiliriz. Birbirimizi öpüp, şans diliyor ve koşuya elele başlıyoruz…
Deneyim biriktirin…
Hiç bilmediğimiz bir rota üzerinde koşmaya başladık. Harika bir görsel şölen bizi bekliyor, biliyoruz. Karaya sarı renkte bir köprü ile bağlı olan Margaret Adasında yeşilin her tonu var. Ağaçların gölgesi altında koşmak harika. Adadan çıkıp tarihi Zincir Köprü’ye geldiğimizde koşudan aldığımız keyif ve tatmin katlanarak büyüdü. Budapeşte’nin mutlaka görülmesi gereken yerlerini koşarak birkez daha görmek çok güzel bir deneyimdi. Hızımız tam istediğimiz gibi, yaklaşık 5K’yı arkamızda bıraktık. Koştukça açılıyor insan, bana da öyle oldu. 5K-7K arasını çok rahat koştum. Tabii ki bunda koşu parkuru kenarında koşan insanlara destek olmak için gelen kalabalığın, müziklerin, alkışların da etkisi var. Bu zamana kadar gördüğüm en ihtişamlı parlamento binasının yanına geldiğimizde bize inanamıyordum. Geçen sene Nisan ayında geldiğimiz yerdeydik yine. Bu sefer şehri, tarihi, güzellikleri koşarak görüyorduk. Hayal ettiğim anın tam içindeydim. Rüya gibi bir an diye düşünürken rüyadan klasik müzik sesi ile uyandım :) Koşan insanlara destek olmak için kemanını, çellosunu, solistini alıp konser veren insanlar bile vardı. Çok yorulmama rağmen müziğe dans ederek eşlik bile ettim :) 8K hafif bir yokuş ile başladı. Enerjim bitti artık dediğim anda önümde koşan 11 yaşındaki kız çocuğu ile tanıştık. İnanılmazdı. Bizimle aynı hızda, 8 kilometredir koşuyordu. Eğilip kulağına harikasın dedim ve bana ilham olan bu küçük kız sayesinde enerjimi toparladım. İkiz çocukları ile koşan baba, 80 yaşında bilmem kaçıncı 10K’sını koşan güzel yaşlı kadın, arkasında ironman yazan küçük adamlar, yol kenarında su, muz gibi şeyleri elimize tutuşturan gönüllü çalışanlar… Bulunduğumuz ortama yayılan bu enerji ile finish çizgisini gördük. Hem de hedeflediğimiz gibi 60 dakikada!
Önce kendimle gurur duyuyorum. 1 dakika koşamıyorken 60 dakika hiç durmadan koşabildiğim için. Yapamıyorum demeyip denediğim için ve bedenimin sınırlarını zorladığım için. Sonra sevgilimle gurur duyuyorum. Birçok kez onun da enerjisi bittiği halde ben bırakmayayım diye bana hep “harikasın” demeyi bırakmadığı, motivasyonumuzu hep yüksek tuttuğu için. Bizimle gurur duyuyorum bir tutkuyu daha birlikte yapabildiğimiz için. Birlikte koşabildiğimiz, birlikte başardığımız ve birlikte deneyimler topladığımız için.
Ben buna şans demiyorum. Bu olsa olsa benzerin benzeri çekmesi.
N’olur deneyim biriktirin, verdiği mutluluk hissi inanılmaz…
Ve yapmayı istediğiniz şey için asla “ben yapamam” demeyin. Ben yaptıysam sen de yaparsın.
Yazımı çok sevdiğim bir motto ile bitiriyorum:
p.s: Bir sonraki koşu Haziran ayında Nike Women Victory. Sevdiceğim yok bu sefer ama Rebel Runners var. Önce kendime, sonra Rebel Runners’a güveniyorum :)
Konu koşu olunca yine geldim ben :)) Troll’üm sanırım hehe.. Şaka bir yana ayağınıza, yüreğinize sağlık. Bizim kültürümüz de yavaş yavaş bizim gibi sporla ilgilenenlerle değişecek eminim..
haha hoşgeldin :) Çok teşekkürler.