Avustralya’da İş Hayatı: Cafede Geçen 3,5 Ay!

Bir hayalinizin gerçekleşmesini istiyorsanız o hayalin gerçekleştiğini hayal edin.

Melbourne’a sıfır kariyer beklentisi ile geldim. Daha gelmeden burada yapacağım işle igili hayalim bir cafede çalışmaktı. Kendimi o kadar çok bir cafede çalışıyormuşum gibi hayal ettim ki sonunda verdiğim emekler de işe yaradı ve bu şehirde ilk işimi buldum.

Bence beynim küçük bir şok geçiriyordu…

Cafedeki ilk günler müthiş heyecanlı geçiyordu. Çünkü o kadar çok yeni şey öğreniyordum ki bence beynim küçük bir şok geçiriyordu. Dışarıdan bakıldığında “ay aman ne var yaparım işte” gibi görünen şeylerle tanıştıkça o işlerin sandığım kadar kolay olmadığını gördüm. Sabahları saat 7’de güne sandviç hazırlayarak başlıyordum. Fakat bizim bildiğimiz klasik sandviçler gibi değil. Her birinin içeriği, ekmeği, sosu, görünümü, sunumu farklı. İç malzemeleri koyarken hem cafenin zarar etmemesi hem de müşterinin az malzemeli bir sandviç yememesi gerekiyor. Saat 9.30’da tüm sabah hazırlığının bitmiş olması gerekiyordu. Yaklaşık 50-60 tane sandviç hazırlıyorduk. Kahvaltı bitince bu sefer öğlen için salata, kiş, tatlı, kurabiye gibi şeylerin hazırlığını yapıyorduk. Tabii aynı anda tek bir iş yapmıyordum. Hem kasaya bakıp, hem salatanın iç malzemesini hazırlayıp, hem boş masaları toparlayıp hem de şarküteri kısmına gelen müşterilerle ilgileniyordum. Çok kısa süre içerisinde çok fazla şey öğrendim. Beynimin daha önce hiç öğrenmediği şeyler… Çünkü ne annem ne de Cemal beni mutfakta vakit geçirmeme gerek kalmayacak şekilde yetiştirdiler :)

20 saat vs. 38,5 saat

Çok basit bir hesap yapmıştık. 20 saat ben çalışsam 20 saat de Cemal çalışsa bize yeterdi. İtiraf etmeliyim ki bayağı BASİT bir planmış. Bizim haftalık çalışma hakkımız 20’şer saat. Sandık ki çok medeni ülkelerde kurallar tıkır tıkır işliyor. Fakat öyle değilmiş. İnsan her yerde insanmış. Buraya gelmeden önce gelecekteki işimden beklentimi şu şekilde belirlemiştim; günlük ihtiyaç duyduğum kadar parayı kazandıktan sonra durmak, çalışmamak. Yani günlük giderim 50 dolarsa 50 dolar kazandıktan sonra çalışmamak… Fakat bu ülkedeki ilk iş deneyimimde öğrendim ki bu hiç de gerçekçi bir plan değilmiş.

İşi öğrendikten sonra Gery’nin bana verdiği shift neredeyse 50 saatti. Biri işten ayrıldığı için onun saatlerini de bana yazdı. Tabii ki öncelikle bunun benim için uygun olup olmadığını sordu. Zaten zar zor iş bulduğum için o kadar çok çalışmak istemesem de sadece bir haftalık bir şey diye kabul ettim. İnanılmaz yoruldum. Neredeyse her gün cafeyi açıp, kapattım. Sadece bir hafta bu tempoda çalışmak bile bana hiç iyi gelmedi. Çünkü ben sandım ki çalışmak istediğim saatleri ben belirlerim. Öyle bir şey yok arkadaşlar. Çalıştığınız yer size ne kadar ihtiyaç duyuyorsa o kadar saat çalışıyorsunuz. Bu demek değil ki benim gibi uzun saatleriniz olacak. Mesela cafedeki diğer arkadaşım Val bir önceki işinden haftalık 18 saat çalıştığı için ayrılmış. Yani kimi yer de çok az saat veriyor…

Neyse 1-2 hafta 40 saat üzerinde çalıştıktan sonra artık haftada 38,5 saat çalıştığım bir shiftim oldu. Pazar ve Pazartesi günleri çalışmıyordum. Salı sabah 10 akşam 5.30, Çarşamba sabah 7 akşam 5.30, Perşembe öğlen 1 akşam 6, Cuma sabah 9 akşam 6, Cumartesi sabah 9.30 akşam 3.30 saatleri arasında çalışıyordum.

Akşam kapanışlarını neredeyse hem ben yapıyordum ki akşam kapanışı demek bayağı yorucu bir temizlik demek. Fakat bunun dışında esnek çalışma saatlerimin olması inanılmaz güzeldi. Sabah erken gitmediğim zamanlar kendime vakit ayırabiliyordum. Mesela Perşembe günlerine bayılıyordum :)

Hani öğrenci vizesinin çalışma izni 20 saatti?

20 saatlik çalışma hakkın varken nasıl 38,5 saat çalıştın diye düşünebilirsiniz. Şöyle ki vizenizde spesifik olarak 20 saat yazmıyor zaten. Sadece çalışma izni kısmında kısıtlı şeklinde bi şey yazıyor ve burada casual işler için elden ödeme yapılıyor. Ödeme elden yapıldığı için de kimse sizin kaç saat çalıştığınızı bilmiyor. Bu durum hem çalışanın hem de işverenin işine geliyor. Cafede de maaşım elden ödendiği için 20 saatten fazla çalışabiliyordum.

Cafede birlikte çalıştığım insanlar

Cafede birlikte çalıştığım insanlar çok uzun yıllardır burada çalışıyor. Mesela bana şarküteri kısmını öğreten Rita cafenin 30 yıllık çalışanı. Sahipleri değişse de Rita hep kalmış. Bir diğer çalışan Vicki ise 20 yıldır aynı yerde çalışıyor. Sandviç ve salata hazırlamayı öğreten arkadaşlarım Maria ve Mayra ise 5 yıldır burada çalışıyor. Cafenin en yenisi bir ben bir de benden 1 hafta önce işe giren Valerine. Bu kadar kemik bir yapının içine girmek ve oradaki düzene ayak uydurmak için arı gibi çalıştım. Elimdeki iş bittiğinde gidip tek tek hepsine yardımcı olabileceğim bir şey var mı diye sordum. Ne istedilerse ikiletmeden yaptım ve ilk başlarda yüzüme bile bakmayan Vicki adeta pamuk gibi olmuştu. Çok kısa süre içerisinde hepsinin birlikte çalışmaktan keyif aldığı bir çalışan oldum. Shifti benimle olan arkadaşlarım birlikte çalışmaktan ötürü çok mutlu olduklarını söylüyorlardı. Kısa sürede kendimi benim için oldukça yeni olan bu ortama adapte etmek ve çalışanlar tarafından sevilmek hoşuma gidiyordu. Fakat içlerinden en çok Mayra kendimi çok iyi hissettiriyordu. Kendisi hamile olduğu için oldukça sık bir şekilde bir şeyler yiyordu ve ne yese yarısını bana yediriyordu. Sabahın 7’sinde birlikte sandviç hazırlarken birbirimizle hayatlarımızı paylaşıyorduk ve bu bizi birbirimize daha da çok yakınlaştırıyordu.

Her şeyin mükemmel olması mümkün mü?

Size bu yazıyı okumak bir karakterin hayatını okumak gibi geliyor ve sanki her şey romantik komedi tadında hissettiriyor olabilir :) Fakat her şeyin mükemmel olduğunu düşünüyorsanız hemen söyleyeyim yanılıyorsunuz. Cafede geçen 1 aydan sonra bir gün Gery yanında biri ile geldi ve bu Rosemary, Öznur ona işi sen öğret dedi. Tamam tamam, bu bayağı hoşuma gitti. Çünkü düşünsenize işe gireli henüz 1 ay olmuş ve kimselere güvenemeyen, kontrol manyağı Gery bu ulvi görevi bana vermişti. Rita bana nasıl öğrettiyse ben de Rosemary’ye işi o şekilde öğrettim. Fakat bir sorun vardı. Rosemary sanki bu işe benim enerjimi sömürmek için alınmıştı…

Bu acaba evrenin bana yavaşla deme şekli miydi?

Kendisi iyi, nazik ve kibar bir insan olmakla birlikte aşırı yavaş hareket ediyordu. Ben 4-5 müşteri ile ilgilenirken, o aynı sürede tek müşteri ile bile ilgilenemiyordu. Hadi bu kısmı beni ilgilendirmiyor. Bu kısmı işveren düşünsün. Fakat beni en çok çılgına çeviren şey haftanın 3 günü Rosemary ile kapanış yapmamdı. Cafeyi saat 5.30’da kapatıyorduk. Normal şartlarda temizliğe ise saat 4 gibi başlıyorduk. Rosemary ile bu mümkün olmuyordu. O 1,5 saat boyunca tek bir şey yaparken ben tüm temizliği tek başıma yapmak zorunda kalıyordum. Kendimi bayağı salak gibi hissediyordum. Hayır, bir de gelip ne diyordu biliyor musunuz “Sen harika bir insansın. Bana çok yardımcı oluyorsun. Biliyorum, yine yapmam gerekenin çok azını yaptım ama bir gün ben de sana daha çok yardım ederim.”

Bunu duyunca güleyim mi ağlayayım mı bilemiyordum. Kadın gayet kendisinin farkında ama aylar geçti o değişmedi. Son zamanlarda eskiye nazaran daha geliştirmişti kendini ama beni bi süre çok yordu. Onunla kapanış yapacağım günler stres oluyordum. Çünkü inanın çok yoruluyordum. Bir yandan da acaba bu evrenin bana yavaşlama deme şekli miydi?

Bir şey daha vardı. Nereye gidersem gideyim karşıma çıkan gölgem…

Kendimle ilgili beni iyi hissettirmeyen birkaç özelliğim var. Her ne kadar bugün öğrendiğim kadarıyla bu doğuştan kodlanmış olsa da üzerinde çalışıp, en azından biraz yumuşatmak istiyorum. Aynı zamanda da bu yanımdan kaçıyorum. Ve ne oluyor biliyor musunuz? Ben kaçtıkça o beni takip ediyor. Nereye gidersem gideyim karşıma dikiliyor ve beni bana gösteriyor.

Bu sefer kaçarken karşıma çıkan gölgem cafenin 4 ortağından biri olan İtalyan patronumdu. Kendimle ilgili yumuşatmak istediğim her şeyi adamda görüyordum. Sanki kendimi dışarıdan izliyor gibiydim. Gery çok zor bir insandı. Zor insanlarla başa çıkmak konusunda iyi olsam da Gery’nin çıkışları, kontrol manyaklığı, aşırı mükemmelliyetçiliği beni çok yoruyordu. Hem iş hem de psikolojik olarak…

O çok istediğim şeyler rutine girince sıkılıyorum…

Bu işi bulana kadar ne çok zorluk yaşadığımı biliyorsunuz. Hatta bi cafede çalışmayı ne kadar çok istediğimi de. Fakat iş rutine girince ben çok sıkılıyorum. Hareketliliği, iniş-çıkışları seviyorum. Baktığınız zaman oh ne güzel iş buldum ama yerimde saymaya başlayınca o alandan taşmaya başlıyorum. Kim sıkılarak kendini mutlu hisseder ve etrafına da iyi enerji yayabilir ki? Kimse. Rutin beni sıkmaya başlayınca motivasyonum düştü. Motivasyonum düştükçe cafede çalışmaktan keyif almamaya başladım. Yaptığım işi keyifle yapmadığım için enerjim düştü. Enerjim düşünce bu yanımla ilk defa karşılaşan arkadaşlarım Ozzie neyin var diye sorar oldu.

Ya ben burada napıyorum hissi

Avustralya’ya taşınmadan önce bu soruyu kendime soracağımı asla düşünmedim. Çünkü odaklandığım kısım işin bu boyutu değildi. Fakat hayaller vs. gerçekler diye bir şey var arkadaşlar :)

Çalışma motivasyonumun giderek azaldığı günlerden bir gün elimde süpürge yerleri süpürürken zihnimden şöyle bir ses geldi “Ya ben burada napıyorum?”. Galiba ilk kez o zaman kendime bu soruyu sormuştum. Kalbimde bi sızı, mideme oturan bi yumruk ve tutmakta zorlandığım gözyaşlarım daha dün gibi aklımda.

Daha ilk günlerimizde Türk bi kızla tanışmıştım. İş bulma konusunda o kadar çaresiz hissediyordum ki ona “İş seçmiyorum. Ne iş olsa yaparım” tarzında bir şey söylemiştim. Bana “Öznur emin misin, insanın egosu ile savaş halinde olması çok zor ve bana inan bi noktada kendini orada buluyor insan” demişti.

İşte o gün, onun ne demek istediğini anladım. Evet, çok açık bir şekilde söyleyebilirim ki 7 yıllık parlak bir iş geçmişinden sonra kendimi burada ilk kez o an “Napıyorum ben burada” derken buldum…

İşten mi çıksam?

Cafede çalışmaya başlamamın üzerinden haftalar geçmişti. Bu şehirde bi işimin olması ile yeni hayatıma daha ait hissetmeye başlamıştım. $ cinsinden para kazanıp, artık kafamdan TL’ye çevirmemek beni çok mutlu ediyordu. Çünkü bu da çok büyük bi yenilikti bizim için. Fakat zaman artık daha hızlı geçiyordu. Hayatımda trafiğe dair hiçbir şey olmamasına rağmen haftalar inanılmaz hızlı geçiyordu. Bundan çok hoşlanmamıştım. Eee cafede beni artık mutlu hissettirmiyordu. Ne yapsam diye düşünürken işten çıkayım madem dedim. Sonra şöyle bir şey oldu gidip yine cafede çalışacaksam 3 aydır çalıştığım yerden çıkmaya gerek var mı? Eğer konu kişilerse, ee zaten biliyorum ki ben kendi içimde sorunlarımı çözmedikçe, kendimden kaçışım hep bi benzerimi hayatıma çekmemle devam edecek. Yok, bu şekilde işten ayrılmak da hiç mantıklı değildi…

Herkesin hayali online para kazanma

Şimdilerde herkesin hayali online para kazanmak ya, ben de dedim ki cafeye devam edeyim ama online çalışıp para kazanabileceğim işler bulayım. Sonra yine işten ayrılırım. Sonra çılgınlar gibi günlerce online para kazanma yollarını araştırdım. Bazı girişimlerde bulundum derken işle bulma ile ilgili yazdığım ilk yazıyı okuyup bana Instagram üzerinden ulaşan biri tarafından online olarak çalışabileceğim bi iş teklifi aldım!!!!

Yazının devamını haftasonuna yazıp, Pazartesi günü yayınlayacağıma söz veriyorum :)

Güney yarım küreden, sıcacık yaz akşamından herkese sevgiler

Avustralya ile ilgili diğer yazılar için aşağıdaki linklere tıklayınız.

Dünyaya tekrar gelsem nasıl bir hayat isterdim?

Konfor alanının dışına doğru çıkarken

Neden Avustralya’ya taşındık?

Avustralya’ya nasıl taşındık?

Avustralya’ya taşınmadan önceki son günler

Avustralya’da Yaşam: Yeni hayatımızın ilk günü

Avustralya’da Yaşam: Melbourne’da Geçen 2 Ay Part I 

Avustralya’da Yaşam: Melbourne’da Geçen 2 Ay Part II

Avustralya’da iş bulma rehberi: İlk işimi nasıl buldum?

Dünya Benim Evim’i Facebook ve Instagram hesaplarından takip edebilirsiniz.

Bunları da okumak isteyebilirsin
5 Yorum
  1. Betül aracar diyor ki

    Yaaa naptıııın!? Türk dizisi gibi en heyecanlı yerinde birakmissin olmaz ki amaaa😁 pazartesiyi iple çekiyorum, mutlu haftasonlari diliyorum😙💐

  2. Sibel Şendere diyor ki

    Bunları içtenlikle paylaşmanız çok güzel. Samimi bir dille hislerinizi, düşüncelerinizi ve deneyimlerinizi aktatmanız harika. Yeni işinizi ve yazınızı okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. Freelance değil ofiste bilgisayar başında bir iş olduğunu tahmin ediyorum. Sevgiler. 😊

  3. Ebru Gursoy diyor ki

    Resmen hislerime tercuman oldun oznurcum, hayat enerjine bayiliyorum <3
    Bizde esimle londra'da yasiyoruz yaklasik 2 sene oldu.Bir cafe – restaurant isine baslamistim bundan iki yil once ve hersey o kadar harikaydi ki dil okuluna gidiyordum bicok yeni arkadas edinmistim dans kursuna gidiyorduk esimle gecen sene hersey tam tersine dondu calsima saatlerim artti haftada 70 saate kadar calismaya basladim ve restaurant ta en eski ben kaldim ve restaurant manageri oldum ama ben bunu istemiyordum ozgurluklerimin kisitlanacagindan emindim ve suan oyle bi donemdeyiz ki esimle oda baska bi rastaurant ta managerlik yapiyor ikimizde bu hayati istemiyoruz tamam cok iyi kazancimiz ama harcayacak ne vaktimiz var nede ruh sagligimiz
    bizde gezmeyi cok seviyoruz ama zaman bulamiyoruz 3 yillik shengen vizemiz var eskiden her ay bi yere giderken simdi 2 ayda 3 gun zor izin ayarlayabiliyoruz Cok guzel hayallerimiz var ama cesaretimiz yok o cesareti buldugumuz an bir ay dinlenmek icin bi gezi planliyoruz umuyorum bu yeni yil hepimize guzel umutlar dogurur Tam herseyden sikilip bunaldigim donemlerde bakiyorum yeni bir hikayen.Resmen guc oluyorsun bana. Tanimadigim birinin bana bu denli yakin olmasi beni iyi hissetirmesi ne kadar ilginc ki bunu ailem bile hissettiremiyorken bana:) Seni gercekten yakin bi arkadasim gibi benimsedim :) Diger yazini iple cekiyorum
    Sevgiler hayallerimizin hic bitmemesi dilegi ile kocaman kucakliyorum<3

  4. Özge diyor ki

    Ben de hayatım rutine girince sıkılıyorum malesef ve motivasyonum düşüyor.. en çok gölge kısmını sevdim.. enerjin bol yolun açık olsun…

  5. Sevinc topal diyor ki

    Yeni yazini heyecanla bekliyorum, yine cok guzel bir yazi olmus cok etkilendim :)

Bu konuda söyleyecek bir şeylerin olmalı

E-posta adresin yayımlanmayacak.